Astana zirvesi kalıcı çözümün yol haritası olabilir
Astana’da siyasi temsilcilerden ziyade ateşkesin doğrudan tarafı olan silahlı gruplar masada yer aldı ve bu, ateşkes umudunu artıran bir faktör.
Suriye krizinin siyasi çözümü için geçmiş dönemlerde birçok girişim olmuş ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Başarısızlıkta en önemli faktörlerden biri siyasi taraflar masada anlaşmaya çalışırken silahlı grupların sahada savaşmaya devam etmesiydi. İkinci olarak da Suriye krizi ile bir şekilde ilgisi olan ancak etkisi sınırlı her aktör sürece dahil edilmiş buna karşılık İran gibi etkili aktörler kimi zaman sürecin dışında tutulmuştu.
Türkiye, Rusya ve İran’ın girişimi ile Aralık 2016 ayı içinde Suriye krizine siyasi çözüm için yeni bir girişim başlatıldı. Üç ülke Moskova’da vardıkları mutabakat ile Suriye krizinin askeri yolla çözülemeyeceği ve siyasi çözümün koşullarının hazırlanması için birlikte çalışma konusunda anlaştı. Moskova mutabakatının sonucu olarak 30 Aralık 2016 tarihinden geçerli olmak üzere Suriye’de ateşkes ilan edildi ve üç ülke garantörlüğünde Suriye krizinin doğrudan tarafları 23 Ocak 2017 tarihinde Astana’da bir araya geldi. Astana’da esasen Moskova’da varılan mutabakattan farklı bir başlığa imza atılmadı. Astana görüşmelerini daha önce Moskova’da dış aktörlerin üzerinde mutabık kaldıkları konulara, sorunun doğrudan muhataplarının taraf olması olarak görmek mümkün. Astana sürecinde çözümü zor siyasi konulara geçmeden önce barışın asgari şartı olarak ateşkese ve taraflar arasında diyalog kanallarının açılmasına odaklanılıyor.
Astana’yı farklı kılan unsurlar
Astana’da siyasi temsilcilerden ziyade ateşkesin doğrudan tarafı olan silahlı gruplar masada yer aldı ve bu, ateşkes umudunu artıran bir faktör. Dış aktörler açısından bakıldığında geçmiş tecrübelerde çok sayıda ülke sürece dahil edilmişti. Temel mantık ne kadar çok aktör sürecin parçası haline getirilirse başarı şansının o kadar artacağıydı. Ancak bu yaklaşım çok farklı çıkarların ortak zeminde buluşturulması gibi bir zorluk yarattı. Astana ile tersi bir yaklaşım sergileniyor. Bu sefer çok taraflı görüşmelerden ziyade Suriye krizinin en etkili üç aktörü bir araya gelmekte. Yeni mantığa göre en etkili dar bir grup arasında uzlaşı sağlanacak ve kademeli olarak ABD, Körfez ülkeleri gibi diğer aktörler sürece dahil olacak gibi görünüyor. Aynı şekilde çözülmesi zor konulara ilk aşamada hiç girilmeden sadece siyasi çözümün şartlarını oluşturacak şekilde ateşkese yoğunlaşılıyor. Dolayısıyla hem sürece dahil olan aktörler hem de ele alınan konular açısından dar bir çerçeveden hareket edilip zaman içinde çemberin genişletilmek istendiği görülüyor. Bu yaklaşımın başarı şansını artırdığı söylenebilir.
DEAŞ ve Şam’ın Fethi Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) zaten ateşkesin dışında tutulmuştu ve YPG de Türkiye’nin isteği ile Astana sürecinin dışında yer aldı. Toplantıya Suriye Kürtlerini temsilen Suriye Kürt Ulusal Konseyi temsilcileri katıldı. Suriyeli muhalifler ise Feylak eş-Şam, Şam Cephesi, 1. Sahil Tümeni, 2. Sahil Tümeni, Sultan Murat Tümeni, İslam Şehitleri Tugayı, Festakim Kema Umirt, İslam Ordusu, Hamza Tugayı, Sukur eş-Şam gibi çoğunluğu kuzey cephesinde etkili olan askeri gruplar tarafından temsil edildi. Suriye Türkmenleri de başta Suriye Türkmen Meclisi olmak üzere diğer bazı siyasal temsilciler ve silahlı gruplar ile Astana’da yer aldı. Diğer bazı silahlı muhalif gruplar ise Türkiye’nin ikna çabalarına rağmen Astana sürecini ya kabul etmedi ya da dışarıdan desteklediğini açıkladı.
Müzakere sürecinin başarı şansı
Astana’nın başarı şansını artıran diğer faktör ulaşılan mutabakatı Suriye içindeki aktörlere uygulatabilme kapasitesine sahip en güçlü aktörlerin sürecin samimi parçası olması. Rejim kanadının silahlı grupları tam olarak kontrol edebilecek aktörleri içerdiğini söylemek mümkün. İran, Suriye yönetimi üzerinde sahip olduğu etkinin yanı sıra sahada doğrudan askeri operasyonları yöneten, silahlı grupları koordine ederek liderlik yapan, silahlandıran, finanse eden aktör olması itibarıyla en etkili ülke. Rusya da sahip olduğu hava ve kara gücü sayesinde rejim ilerleyişinin en etkili gücü ve bu da ona rejim üzerinde etki kurma şansı sağlıyor.
Bunun yanı sıra İran’ın sahadaki etkinliğini dengelemek için kendi yönlendirmesi ile kurduğu 4. ve 5. Kolordular sayesinde karada da etkili bir güç konumunda. Dolayısıyla rejim ve dış destekçileri samimi olmaları durumunda sahadaki durumu istisnalar dışında kontrol altına alabilir. Bu kanadın en büyük zayıflığı İran’ın siyasi çözüme bağlılığı konusundaki samimiyeti ve İran destekli milislerin kontrol dışı radikal eğilimler göstermesi. Suriye rejimi de Rusya’dan ziyade İran’ı dinlemeye meyilli.
Muhalifler kanadının da radikal unsurlar bir kenara bırakılacak olursa en güçlü grupları içerdiğini söylemek mümkün. Türkiye de coğrafi konumu ve uzun yıllardır geliştirdiği ilişkiler sayesinde muhalifler üzerinde etkili ve ikna gücü yüksek. Muhalifler Türkiye’nin desteğinin hayati öneminin farkında ve Türkiye dışında güvenebilecekleri çok da fazla destekçileri kalmadı. Muhalifler ve dış destekçisinin samimiyeti konusunda fazla şüphe yok ancak bu kanadın en büyük zafiyeti tüm muhalifleri kapsayacak bir çatı oluşturulamamış olması ve bazı muhalif grupların askeri çözüm konusunda ısrarcı davranması. Bu da kimi muhaliflerin giderek Nusra Cephesi ile yakınlaşmasına neden olmakta.
Astana sonrası İdlib’de başlayan çatışmalar
Bu durum Astana görüşmeleri sonrasında İdlib merkezli çatışmaları tetikledi. Siyasi çözüm ve Astana sürecine en ciddi muhalefet Nusra Cephesi’nden geliyor ve bu durum örgütün hem Türkiye’ye karşı tepkisini artırıyor hem de Astana’ya katılan muhalif gruplar ile ilişkisinin giderek çatışmacı bir hal almasına neden oluyor. Astana görüşmelerinin hemen ertesinde İdlib’de baş gösteren çatışmalarda kabaca ikili bir bölünme ortaya çıktı. Bir tarafta Nusra Cephesi liderliğinde onunla birlikte hareket eden Nureddin Zengi, Ensar ed-Din Cephesi ve diğer bazı grupların oluşturduğu ve Tahrir eş-Şam adı altında birleşen gruplar ile diğer tarafta Ahrar eş-Şam liderliği altında Nusra’ya karşı birlikte hareket etme temelinde bir araya gelen muhalifler. İdlib merkezli gelişmeler yakın zaman içinde Nusra kontrolünde yeni bir “İslam Emirliği”nin doğmasına neden olabilir.
Bu tür gelişmeler dışarıda tutulacak olursa Astana’yı Suriye krizinin çözümü yolunda küçük ancak başarılı bir adım olarak nitelemek mümkün. Beklenti, siyasi çözüme gidecek yolu açacak şekilde ateşkesin devamını sağlamak, ateşkesi denetleyecek mekanizmalar oluşturmak, Suriye’de gerginliği düşürecek şekilde insani yardımların ulaşımını sağlamak ve rejim ile muhalifler arasında diyalog kanalları açmak seviyesinde tutulursa Astana sürecinin başarılı olduğu söylenebilir.
Ancak Astana sonrası siyasi çözüme yaklaşıldığı yorumunu yapmak çok iyimser bir yaklaşım olacaktır. Suriye krizinin çözümünde esas “kıyamet” Esed ve rejimin üst düzey isimlerinin geleceği, iktidarın paylaşımı, yeni anayasa, devlet başkanının yetkileri, Baas Partisi’nin geleceği, silahlı muhalif grupların silahsızlandırılması gibi başlıklarda kopacaktır. Çözümü şimdilik imkansız gözüken bu meseleleri bu aşamada kimse ele almak istemiyor. Temel mantık öncelikle üzerinde uzlaşılabilecek konulara yoğunlaşmak, oluşan yumuşama ortamı içinde zor konuların çözümünün kolaylaşmasını beklemek. Bu nedenle henüz gerçek bir siyasi çözümün uzağında olduğumuzu söylemek mümkün.
Rusya’nın anayasa teklifi ve Trump’ın güvenli bölge önerisi
Astana görüşmelerinin hemen ertesinde Suriye’de siyasi çözüm ile bağlantılı iki yeni gelişme yaşandı. Birinci olarak Rusya’nın Astana’da Suriyeli muhaliflere Suriye anayasa taslağı sunduğu haberleri basına yansıdı. Rusya’nın sunduğu taslak, ülkenin resmi adının Suriye Cumhuriyeti olarak değiştirilmesi, Devlet Başkanı’nın yetkilerinin Meclis ile dengelenmesi, kritik bazı makamların Meclis tarafından atanması gibi maddeler içeriyor. Ancak Türkiye başta olmak üzere herkesin ilgini çeken ise Suriye Kürtleri için öngörülen çözüm modeli. İlk aşamada anayasa taslağında Kürtlere federasyon önerildiği bilgisi yansısa da Rus yetkililer bu iddiayı yalanlayarak, “kültürel özerklik” teklif edildiğini açıkladı.
Anayasa teklifinde yerel yönetimlerin güçlendirildiği ancak Suriye’nin üniter yapısının korunduğu bir model öneriliyor. Rus yetkililer “Suriye’de federalizm konusuna Suriye halkının tamamının karar vereceği” şeklinde bir söylem geliştirdi ki bu da rejimin yaklaşımı ile paralel. Kararın Suriye halkının tamamına bırakılması durumunda federalizmin kabul görmeyeceği ortada. Rusya’nın Suriye Kürtleri veya federalizm konusundaki “samimi duyguları” esasen Türkiye’yi rahatsız edecek boyutta. Ancak Rusya’nın Suriye’de önceliği kesinlikle Kürtler değil. Rus askeri üslerinin geleceğine odaklanan Rusya için rejim ve Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler kritik önemde ve bunları riske sokacak şekilde sınırları aşmak istemiyor.
Diğer taraftan Rusya’nın Ortadoğu Kürtleri ile tarihsel ilişkileri var ve Kürtlerin devlet sahibi olması gerektiğine inanıyor. Ayrıca Kürtleri kaybetmek ve tamamen ABD’nin yanına itmek istemiyor. Bu durum Rusya’yı denge politikası izlemeye itiyor. Astana’nın hemen ertesinde Moskova’da diğer muhalifler ile beraber PYD temsilcilerini de ağırlaması bu yüzden. Ancak bu yaklaşım bahsedilen sınırlılıklar dikkate alındığında Türkiye için nispeten kabul edilebilir. Hatta Suriye Kürtlerinin sorunlarının eşit vatandaşlık temelinde çözülmesi konusunda Türkiye uzun yıllardır zaten Esed yönetimi üzerinde baskı kuruyordu.
Güvenli bölge önerisinin anlamı ve Türkiye için riskler
Türkiye açısından Suriye Kürtleri konusunda daha “tehlikeli” olabilecek teklif yine Astana sonrasında ABD Başkanı Trump’tan geldi. Trump’ın kampanya döneminde ve seçildikten sonra vaat ettiği üzere ilgili kurumlara, “Suriye’de güvenli bölgeler inşa edilmesi konusunda çalışmaları talimatı verdiği” anlaşıldı. İlk bakışta uzun yıllardır Türkiye’nin savunduğu bu tezin ABD tarafından destekleniyor olması olumlu gibi gözükebilir. Ancak mevcut şartlar içinde sorunlu, Türkiye açısından da soru işaretleri doğuran bir teklif görünümünde. Zira Türkiye güvenli bölge talep ederken esas amaç Suriyeli sivillerin hava saldırılarına maruz kalmaması ve yeni göç dalgalarının önlenmesi idi. Ayrıca desteklediği Suriyeli muhaliflerin rejime karşı askeri denge kurma çabalarına destek olmak amaçlanıyordu.
Ancak Astana ile varılan mutabakat zaten Suriye’de ateşkesi öngörüyor. Böyle bir ortamda DEAŞ ve Nusra Cephesi dışındaki bölgelerde hava saldırısı olmayacağı kabulünden hareket ediliyor. Son olarak Halep’in rejim tarafına geçmesi ile yoğun göç dalgası beklentileri azaldı. En önemlisi Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı ile inisiyatif alarak zaten fiili anlamda bir güvenli bölge oluşturdu.
Bu şartlar altında Trump’ın güvenli bölge talebi “ABD YPG bölgelerine dokunulmazlık mı kazandırmak istiyor?” sorularının yükselmesine neden oluyor. Suriye haritasına bakıldığında muhalifler İdlib dışında çok küçük ceplerde kontrol sahibi. DEAŞ bölgesi zaten sürekli hava bombardımanlarına maruz kalacak. Rejim bölgeleri Rusya’nın hava korumasında. Muhalifler ise iki geniş alana sahip. Birincisi İdlib; ancak yukarında ifade edildiği üzere burası giderek Nusra kontrolüne giriyor. Bu örgüt ateşkesin dışında tutuldu ve yeni dönemde havadan hedef alınmaya devam edilecek. İkinci geniş alan Fırat Kalkanı ancak şu aşamada zaten Rusya ile koordineli hareket eden Türkiye’nin uçuşa yasak bölge oluşturulması talebi gündemde değil.
ABD tercihini yapmalı
Geriye YPG’nin Fırat’ın doğusunda ve Afrin’de kontrol ettiği bölgeler kalıyor. ABD eliyle buralara “güvenli bölge” adı altında dokunulmazlık verilecek olursa bu Türkiye’nin YPG ile mücadelede elini zayıflatacak, mücadele çabaları da ABD ile var olan krizin derinleşmesine neden olacaktır. Herkesin aklına Kuzey Irak tecrübesi geliyor ve güvenli bölgenin sınırlarının ileride federal devletlerin sınırlarına dönüşebileceği kaygısı duyuluyor.
Trump’ın teklifi ilk aşamada kuşku yaratsa da halen birçok belirsizliğin olduğunu da kabul etmek gerekir. Kuzey Irak’ta uçuşa yasak bölgeyi mümkün kılan Türkiye katkısı idi ve Suriye’de Türkiye işbirliği olmadan bu bölgelere hava korumasının nasıl sağlanacağı şüpheli. Trump ve muhtemel kabine üyelerinden Suriye konusunda Türkiye ile birlikte çalışmak gerektiğine ilişkin olumlu mesajlar geliyor. Ancak Trump yönetiminin Suriye’de Türkiye ve YPG ile birlikte çalışabilmesinin mümkün olmadığını anlaması için biraz süre gerekecek gibi görünüyor. Önemli olan Trump yönetiminin bu çelişkiyi anladıktan sonra nasıl bir tercih yapacağı. Bu tercih Türkiye-ABD ilişkilerinin ve Suriye’de YPG bölgelerinin nasıl şekilleneceğini belirleyecek.
AA